(46. Ulusal Psikiyatri Kongresi Çalışma Grubu Konuşması, Ekim 2010)
Yeni toplumsal biçimler yeni kişilik biçimlerini, yeni toplumsallaşma tarzlarını, deneyimi örgütlemenin yeni yollarını gerektirir. Narsizm kavramı, yalnızca narsizmin klinik kökenlerini değil, patoloji ve normallik arasındaki sürekliliği de aklımızda tuttuğumuzu varsayarak, bize basmakalıp bir psikolojik belirlenimcilikten çok, son zamanlardaki toplumsal değişimlerin psikolojik etkisini anlamanın bir yolunu sağlar. Bir başka deyişle narsizm, çekiciliğiyle, kendi durumuna ilişkin sözde farkındalığıyla, pervasız dolu dolu cinselliğiyle, hastalık hastalığıyla, koruyucu yüzeyselliğiyle, bağlılıktan kaçınmasıyla, yas tutamamasıyla, yaşlılık ve ölüm korkusuyla zamanımızın “özgürleşmiş” kişiliğinin oldukça yerinde bir portresini sunar.(C.Lasch)
Narsizm kavramı, yakın dönem sosyal değişimlerin psikolojik etkilerini anlamamız bakımından oldukça işlevsel bir kavramdır. Nitekim narsistik bozuklukların klinik betimlemeleri ile ailenin kültürü aktarmada rolünün artık azaldığı ve dolayısıyla insanların geçmişle zayıf bir bağlantı hissi içinde oldukları, devâsâ bürokratik örgütlenmeler, çokuluslu şirketler ve medya tarafından yönlendirilen bir toplum karşısında giderek yalnızlaşan ve güçsüzleşen günümüz insanının tipik kişilik yapısı ve çağdaş kültürün belirli bazı ayırt edici özellikleri arasında dikkat çekici benzerlikler bulunmaktadır:
Öz ve içerikten önce imajın gelmesi, imaja takılıp kalmanın sonucu olarak ortaya çıkan yüzeysellik; büyüklenmecilik, güce tapınma, güçlü görünme çabası, maddiyatçılık, tüketim ve mülkiyet hırsı, ötekinden duyulan şiddetli korku ve ötekine yönelmiş düşmanlık, yabancılaşma, içtenlik yoksunluğu, sahtecilik, yapaylık, yalnızlık, anlamsızlık, kronik doyumsuzluk ve memnuniyetsizlik, spontanlık kaybı, performans kaygısı, açgözlülük, başarı hırsı, şöhret hayranlığı, ideal eksikliği, ötekiyle çatışmaya dayalı bireysel kurtuluş fantezileri, rekabet, sistemle onu olumlu yönde değiştirerek ilişkilenmekten çok sistem içinde hâkim konuma geçme arzusu, eleştirel düşünce yoksunluğu, hayatı (ve özbenliği) yaşayamamaktan ve gelecekte de yaşayabilme umudunun yokluğundan kaynaklanan depresyonu bastırma işlevi gören yozlaşmış hazcılık ve gündelikleşme; mistisizme yoğun ilgi; yaşlanmaktan, hastalanmaktan ve ölümden duyulan şiddetli korku gibi özellikler günümüz narsist bireyinin temel özellikleridir.
Patolojiyi ortaya çıkaran dinamik, geçmişte olduğu gibi arzunun bastırılması değil, tam tersine arzunun kışkırtılmasıdır. Bir yandan arzu kışkırtılırken öte yandan da arzu tatmini anlamsızlaşır. Ortaya çıkan tablo ise ne kadar çaba harcanırsa harcansın tatmin olmayan arzular ve bir boşluk hissidir. Joel Kovel (1976), tüketim toplumunda reklâm yoluyla infantil arzuların kışkırtılması, medyanın ve okulun ebeveyn otoritesini ele geçirmesi, sahte kişisel tatmin vaadiyle içsel hayatın rasyonalizasyonu sonucunda yeni bir "sosyal birey" tipinin ortaya çıktığını ileri sürer
Özbenliğin bastırılmış olması nedeniyle gerçek, spontan gereksinimlerin asla doyum nesneleriyle buluşamaması, narsisistik kişide tipik olarak anlamsızlık duygusu yaratır; zira anlam ancak özbenliğin nesnesiyle buluştuğunda benliğin yaşayabileceği bir duygudur. Nitekim özbenliklerini bastırmış olan narsisistik bireylerin terapiye başvurma nedenleri arasında en başta geleni anlamsızlık duygusudur , her türlü sözde doyuma rağmen tam anlamıyla mutlu ve tatminkâr olmamaları tipik yakınmalarıdır. Kronik doyumsuzluk ve memnuniyetsizlik duygusu narsisistik birey için karakteristiktir.
Narsist birey gerçeklik duygusundan uzak olandır. Kendini ve ötekini gerçek anlamda anlayamaz, tanımlayamaz. Sanarak yaşar. Sanal alem ise bunun için eşsiz olanaklar sunmaktadır. Kendi profilini olmak istediğin ya da kendini sandığın şekilde belirleyebilirsin. En azından bir süre de olsa karşındakini de görmek istediğin gibi görebilirsin. Neye gereksinimin varsa o şekilde yaşayabilirsin.
Narsist birey kendini ötekinin aynasında var etme peşindedir. Facebook üzerine yapılmış kapsamlı bir çalışmanın ürünü olan kitabın adı şöyle: Facebook, görünüyorum, öyleyse varım. Sanırım facebook kullanıcı sayısını açıklayan bir tanımlama. Narsist bireyin özellikleri ayrı bir sunum konusu olabilecek kadar çok. Bu noktada biraz da sanal aleme bakalım. .
Facebook kullanıcı sayısının 400 milyonu aştığı, Türkiye’nin 20 milyona yakın kullanıcı ile ilk 3’de yer aldığı gerçeğini hatırlarsak, bu durumun klinik yansımaları da kaçınılmazdır. En popüler çöpçatanlık sitelerinden Siberalemin ise üye sayısı 13 milyondur ve aktif 1 milyon kullanıcısı bulunmaktadır.
Yaşantıların ve duyguların arzının hangi kalıcı değişimlere yol açtığı en iyi elektronik medyada kendini göstermektedir. Elektronik medya, kullanıcıya, gerçekliği yeniden ve farklı bir biçimde, duygu yoğunluğu ve yaşantı zenginliği oluşturacak biçimde yaratan simülasyon dünyalara girme olanağını sunmaktadır. Simülasyonun çekiciliği, aslında yüzlerce kilometre uzakta olabilen birisiyle aynı mekanda konuşuyormuş izlenimi veren telefonun bulunuşundan bu yana fark edilmiştir. Bu yaşantı, fantezi dünyalar ve fantezi figürler realitenin simülasyonu haline geldiklerinde ya da siber uzayın (tasarımlanmış evren) sanal dünyalarına girildiğinde daha da etkileyici olmaktadır. Ancak simülasyon dünyalar yapma, tasarımlanmış, gerçekdışı, fantastik ya da yapay dünyalar olarak değil, hiper gerçeklik olarak, gerçeklikten daha gerçek, ilginç, duygu yüklü, renkli, değişken, tutkulu ama öncelikle de yaşantı bakımından daha zengin dünyalar olarak yaşanmaktadır. Bu dünyaların bu şekilde yaşanmasının içinde barındırdıkları fantezilerle ve öykülerle fazla bir ilgisi yoktur: Gerçek hayattan genellikle daha banaldir bunlar. Püf noktasını bu dünyaların elektronik biçimlendirilmesinde aramak gerekir- gerçek dünyaya veya edebiyatta ve sanatta, mitlerde ve masallardaki fantastik dünyaya göre daha fazla olanağın yer aldığı bir biçimlendirmede.
Sanal simülasyon dünyaların iki avantajı özellikle vurgulanmıştır. (Rainer Funk). Bunlardan bir tanesi, gözün, kulağın, dokunma ve koku alma duygusunun aşırı uyarılması yoluyla duyusal ve heyecansal algının aşırı yoğunlaştırılmasıdır; bunun için sıkışmışlık, sıcaklık ve hareketin yanı sıra korku, sevinç, haz ve acı gibi güçlü affektif tepkiler kullanılmaktadır. Bir diskonun, happeningin ya da aksiyon filminin hiper gerçek dünyasında sürekli hareket vardır ve can sıkıntısına yer yoktur, herkes kendini hızlı çekimde yaşıyormuş gibi hissetmektedir.
Sanal simülasyon dünyaların ikinci özelliği interaktif biçimlendirme olanaklarıyla ilgilidir. Tüketici artık tüketici değildir ve bilgisayar oyunlarında, internet platformlarında veya chat odalarındayken doğrudan bunların bir parçası haline gelmektedir. Filmler izleyicilere bir dünya sunarken, sanal mekan her izleyiciye sanal bir beden ve bir rol kazandırmaktadır. Yazılı medya ve radyo anlatmakta, sahne ve film göstermekte, siber uzay içine almakta ve yaşantılaştırmaktadır. Kulağa paradoks gibi gelse de, sanal ve simüle edilmiş dünyaların insana çekici gelmesi, aslında yakınlık isteği ya da yakınlık korkusunun belirlediği, görünür, yüzyüze, somut ve gerçek ilişkilere girmek zorunda kalmadan başkalarıyla bağlantı içinde olma, onlarla etkileşime girme eğiliminin göstergesidir.
Enformasyon ağları ve bunları kullanmamıza yarayan teknolojik ürünler, dolayısıyla, hem yoğun bir duyarsızlaşma halinin hem de ‘sanki’ kendi gerçekliğimi yarattığım bir ‘sanal’ kendilik gerçekliğinin araçları durumundadırlar. Buna ‘sanal’ sözcüğünden kaçarak ‘hipergerçeklik’ diyenler var. İroni gibi! ‘Gerçekliğin’ ötesinde bir ultra gerçeklik hali! Bu ultra gerçeklik haline ulaştığım yer ise tamamen kendi arzularıma göre belirlediğim ve ereğinin (hem sunucuları hem de kullanıcıları tarafından) o anki arzu beklentilerime göre en uç düzeyde bir ‘doyum’ verme üzerine kurulmuş, sürekliliği olmayan kesintili zaman dilimleri gibi. Lacan’ın ünlü seminerlerinden 1956–1957 yılına ait olanı “Nesne İlişkisi”ni konu alır. Söz konusu seminerin açılış seansı ise ‘Nesne Yokluğu Kuramı’yla başlar. Lacan’ın Freud’a gönderme yaparak nitelendirdiği nesne, kendi diliyle ‘dolu dolu doyuran nesne, tipik nesne, en üstün nesne, hoş nesne, kişiyi ona tam uygun bir gerçeklikte oluşturan nesne (veya) (şu) ünlü cinsel nesne gibi ‘modern’ (psikanalitik) kuramın savladığı nesne değildir!. Anca ve temel olarak bir yitik nesnedir ve her bulunulan nesne bu yitik nesnenin yerine imgesel olarak bulunmuş/onun yerine ikame edilmiş nesne olacaktır! Yitik ve yitikliği içinde hakiki nesneye duyulan temel bir özlem! Arzu bu hakiki nesnenin yineleyici şekilde peşindedir ve her yerini alabilecek (hakiki olmadığı için imgesel) nesnenin üzerine yine yineleyici şekilde gelip yapışır… Özetle gelişimin her aşamasında nesne yatırım(lar)ı, yitik bir ideal nesnenin (çünkü arzu bu nostaljik yitik nesnenin peşindedir!) yeniden bulunması üzerinden gerçekleşir.
Aralarında bağ kuramayan insanlar kablolu/kablosuz bağlanmaktadırlar. Yine de olmayan ya da küflenmiş bağların bıraktığı boşluğu dolduran herhangi bir bağın sürekliliğinin garantisi yoktur. Şu kesindir: akışkan modernite içinde tekrar tekrar bağsız kalınır. (Z. Bauman)
Başkalarıyla kurduğumuz gündelik iletişim ve etkileşimde telefon, faks, e-posta, cep telefonu, internet vb. aracılığıyla sanal bağlantılardan zaten yararlanmaktayız. Kimse yalnız kalmak, can sıkıntısı çekmek, “içi geçmiş” hayat arkadaşıyla gerçek belki de zahmetli bir ilişkiye katlanmak zorunda değildir artık. Herkes istediği takdirde bir iletişim aracı üzerinden kendi seçtiği insanlarla bağlantı kurabilmektedir. Herkes istediği dünyayı yükleyebilmekte veya iletişim kurmak istediği bir sfere erişebilmektedir ve tabii bu şekilde onu düş kırıklığına uğratacak olan gerçek dünyadan kaçabilmektedir. Tasarımlanmış bu macera mekanları ne kadar çeşitli ve cazip olursa, o kadar gerçek yaşam mekanı haline, yani yaşam oyununun oynandığı ve yaşandığı bir dünya haline gelir. (Funk,42)
O kadar çok sayıda çift biliyorum ki, akşamları aynı ev hatta aynı oda içindeyken başkalarıyla internet üzerinden flört eden. Bu durumda tabii gerçekliği ayırt etmek zor. Gerçek olan hangisi, aynı oda içindeki iki insanın ilişkisi mi, sanal ilişkide olunan mı? Sanalın yarattığı gerçeklik, gerçeği sanallaştırıyor.
Bireyselleşmenin aşırı bol olduğu dünyamızda ilişkiler iki ucu keskin bıçak gibidir. Güzel düşler ile kabus arasında gidip gelirler, birinin ne zaman diğerine dönüşeceği bilinmez. Çoğu zaman bu iki hal, farklı bilinç düzeylerinde de olsa, bir aradadır. Akışkan bir modern yaşam çerçevesinde ilişkiler, en canlı, en dayanılmaz, en derinden hissedilen ve en yaygın karşıt anlamlılıkların görünümüdür belki de.
Artık “ilişkiye girme” ya da “ilişki yaşama” terimlerinin yerini “bağlantıda olma”, “hatta kalma” terimleri almış bulunmaktadır. Bağlantılar, sanal ilişkilerdir. Gerçek ilişkilerin tersine, sanal ilişkiye girmek ve bu ilişkiden çıkmak kolaydır.