Ötekileştirme kendinden farklı görülen diğer insanları aşağılama, değersizleştirme ve düşman haline getirmektir. Ötekileştirme üç temel adımda gerçekleştirilir. Birinci adım en ilkel savunma düzeneklerinden olan “bölme”dir. Ardından değersizleştirme ve ahlaki dışlama gelir.
Ruhsal gelişimin erken evrelerinde bebek için nesne yani “öteki” düşünsel olarak "iyi" ve "kötü" olarak ikiye ayrılmıştır. Bebeğin egosu henüz zayıf olduğu için nesnesinin aynı zamanda "kötü" olduğunu da kabul edemez. Bebek için tek nesne budur, bu nedenle maddi ve manevi varlığını sağlayan nesnenin doğal olarak "kötü" olmasına katlanamaz. Erken oral aşamada birbirinden ayrı iki nesne tasarımı söz konusuyken, geç oral aşamada bebek, annesinin yeterli bakımı sayesinde egosu yeterince güç kazandığında, iki ayrı nesne yerine "iyi" ve "kötü"nün sentezi olan bir nesne tasarımı geliştirir. Erken oral aşamada saplanıp kalan kişiler, diğer ilişkilerinde de insanları "iyi" ve "kötü" olarak sınıflandıracaklardır. Klein, bebeğin doğuştan getirdiği saldırganlığın kendisine ait olduğuna katlanamadığı için yansıtmalı özdeşim denilen bir savunma mekanizması ile "kötü" yönlerini nesnesine yansıttığını/yüklediğini söyler. Böylece kendisi tamamiyle "iyi" kalabilecektir. Bu aşamaya saplanıp kalma, "kötü" bir dünyada yaşamaya ilişkin negatif paranoid sanrıların gelişimine neden olur. Ötekileştirmenin temelinde yatan mekanizma da budur. İyi-kötü, kadın-erkek, Türk-Kürt, bizden olan-yabancı, heteroseksüel-homoseksüel, kadın-erkek gibi bölmeler ötekileştirmenin temelini oluşturur. Ardından da değersizleştirme ve aşağılama gelir. Uygun ebeveyn tutumları ile iyi ve kötü bir arada barındırılabilir. İyinin içinde kötü, kötünün içinde iyi olduğu gerçeğini kavramak ruhsal olgunluğun da göstergesidir. Ancak, “iyi”deki kötü, “kötü”deki iyiyi görebilmek huzursuz edicidir. Ağız tadıyla sevmeye veya nefret etmeye engel olur. Ötekindeki “iyi” ve “kötü” birlikteliği, yani ötekinin hem “iyi”yi hem de “kötü”yü barındırdığının kabulü, “öteki”ndeki “iyi” ye zarar verme kaygısını, “öteki”nin kötü yanına saldırırken iyi yanını da tahrip ederek, “iyi”ye zarar veren olmak, yani kendindeki “iyi”yi, iyiliği de tahrip etmek kaygısını ortaya çıkarır. Bu kaygı, insanların eşduyum yapabilme becerisinin, suçluluk duygusunun ve “öteki”ne verdiği zararı, yaptığı hatayı onarma çabasının kökenidir. M. Klein, bu nedenle “kötü” ile “iyi”yi bütünleştirme sürecine, insanlaşma yolunda geçilen “ölümcül kavşak” adını verir. “Öteki”ler üreten toplum mühendislerinin iddia ettikleri gibi, insanların dünyayı “iyi biz” ve “kötü onlar” olarak bölmeleri ve dolayısıyla ayrımcılık, düşmanlık, “ötekileştirme” ve şiddet, kaçınılmaz bir insanlık durumu değildir. Tam aksine, bölmeye dayalı bu paranoid durum, insanlaşma yolunda aşılması gereken “ölümcül bir kavşak”tır. Bireysel veya toplumsal anlamda bu “kavşak”ın başarıyla geçilmesi, her türlü şiddetin önündeki en önemli engeldir. Ancak bu kavşağı kazasız belasız geçenler, “ben/biz”deki “kötü” ve “o/onlar”daki “iyi”yi görebilirler. Bu kavşakta savrulanlar ise bölünmüş savaş diline mahkumdurlar.
Psikanalitik açıdan baktığımızda aşağılanma, incinme, öfke ve intikamın birbirini izleyen süreçler olduğunu görürüz. İster bir bireyin, ister bir grubun aşağılanması, değersizleştirilmesi, adaletsiz davranılması o kişi ya da grupta incinme, öfke ve intikam duygularına yol açar. Ayrıca birey, bir grup içinde yer aldığında bireysel davranışlarından farklı da harekete geçme özelliği kazanır. Freud şöyle der: Tek kişinin yatkınlıklarını, içtepilerini, dürtülerini ve amaçlarını o kişinin davranışları ve hemcinsleriyle ilişkilerine varıncaya kadar araştıran ruhbilim, diyelim üstlendiği görevi eksiksiz yerine getirdi de adı geçen sorunları bir açıklığa kavuşturdu. O zaman kendini yeni bir ödev karşısında bulacak, çözüm isteyen bu ödevin ansızın önünde belirdiğini görecektir. Tanıdığı bireyin duygu, düşünce ve davranışları, belli bir koşul gerçekleştiği, yani birey “psikolojik kitle” özelliği kazanmış bir topluluk içine karıştığı vakit nasıl olup da beklenilene uymayan bir doğrultu izlemektedir? Buna göre, ne anlam taşımaktadır kitle ve bireyin ruh yaşamını böylesine derinliğine etkileme gücünü nereden almaktadır? Ayrıca, kitlenin bireyde zorla sağladığı ruhsal değişimin iç yüzü nedir? Freud bu soruları sorduktan sonra sözü, ünlü “Kitle Psikolojisi” kitabının yazarı Le Bon’a bırakıyor: Psikolojik kitlede en tipik özellik şudur. Kitleyi yaratan bireyler, ne türden olursa olsun, yaşayışları, işleri güçleri, karakterleri, zekaları birbirine ne denli benzerse benzesin ya da birbirinden ne denli ayrılırsa ayrılsın, kitleleşme sonucu, yalnız ve yalnız bu nedenden ötürü ortak bir ruh kazanır. Dolayısıyla, her biri tek başınayken hissedeceği, düşüneceği ve davranacağından bir başka türlü hisseder, düşünür ve davranır. Öyle duygu ve düşünceler vardır ki, birbiriyle kaynaşıp bir kitle oluşturmuş bireylerde rastlanır ancak, ya da ilgili bireylerde eylemlere dönüşür. Bir organizmadaki hücreler nasıl bir araya gelerek tek bir varlık oluşturmuşsa, psikolojik kitle de bir an için birbiriyle kaynaşmış heterojen öğelerin oluşturduğu geçici bir varlıktır.
Le Bon’un belirttiğine göre, tek kişinin bireysel yoldan edindiği özellikler kitle içinde silinir, dolayısıyla bireyin kendine özgü karakteri kaybolur. Irksal bilinçdışı kendini açığa vurup, heterojenite homojenite içinde eriyip gider. Diyebiliriz ki, bireyden bireye pek değişen ruhsal üstyapılar kaldırılıp bir kenara atılır, işlemez duruma getirilir, bireylerin tümünde homojen özellik gösteren bilinçsiz altyapı ise gün ışığına çıkarılır.
Tüm bu bilgilerin ışığında, gerek ilkel savunma düzenekleriyle harekete geçen bireysel ötekileştirmeler, gerek kitle psikolojisiyle devinen ötekileştirme ve düşman yaratma eylemleri, hem bireyi hem toplumsal yapıları ciddi ölçüde incitir, örseler ve şiddetin doğuşunun temellerini oluşturur. Oysaki hem bireysel hem de toplumsal farklılıkları kabul ederek ve farklılıklara saygı duyarak yaşamak hem bireyin hem de toplumun zenginliğidir.
Ötekileştirmenin olmadığı, barış içinde bir yaşam umuduyla…
İzmir, 06. Eylül 2010
Nur Engindeniz
Kaynakça:
Freud Sigmund, Kitle Psikolojisi, çev. Kamuran Şipal, İstanbul, Cem yayınevi, 1998
Kaptanoğlu Cem, Akıl Defteri, Kış, 2010
Kernberg, Otto, Sapıklıklarda ve Kişilik Bozukluklarında Saldırganlık,çev. Banu Büyükkal, İstanbul: Metis Yayınları, 2000.
Kernberg, Otto, Sınır Durumlar ve Patolojik Narsisizm, çec. Mustafa Atakay, İstanbul: Metis Yayınları, 1999.
Klein, Melanie, Haset ve Şükran, çev. Yavuz Erten, Orhan Koçak, İstanbul: Metis Yayınları, 1999