Kimlik oluşumu, tüm evrelerde, insanın karmaşık içgüdüsel gelişimini, beninin yavaş yavaş olgunlaşmasını, üstben oluşumunun düzensizliklerini ve kendi kişisel, kültürel, toplumsal yetişkin yaşamının üzerine kurulu olduğu, ailesi ve toplumsal ortamıyla kurduğu nesne ilişkilerinin ve özdeşleşmelerin karmaşık değişimlerini yansıtır.(Jacobson)
Kimlik duygusu gelişiminin yaşamın ilk yıllarında başladığını bilmekle beraber gerçek anlamda bir kimlik duygusundan ancak ergenlik yıllarının sonunda söz edilebilir.
Mahler’e göre; normal ayrılma bireyleşme “kimlik duygusu”nun gelişmesi ve sürdürülmesi için en önemli önkoşuldur. Blos, ergenliğin başlıca görevinin “ikinci bireyleşme” olduğunu vurgulamaktadır. Bu da içselleştirilmiş ebeveyn tasarımları ile olan bağın çözülmesi ile olanaklıdır.
Bilinçdışı ruhsal yapıların oluşum ve gelişim süreçleri nesne ilişkilerinin içselleştirilmesi(internalizasyon) süreçlerinden bağımsız tartışılamaz. Çünkü hepsinin yapı taşlarını başka insanlarla, yani nesnelerle yaşanan etkileşimlerden çıkarılan gerçekçi ya da ülküsel öz ve nesne imgeleri oluşturur. Bu yapı taşlarının ruhsal yapılar biçiminde örgütlenmesi için bilinçdışında kimi işlemlerden geçirilmesi gerekir. Bilinçdışındaki bu örgütleyici işlemler ego süreçleri ya da ego işlevselliği olarak adlandırılır.
Nesne ilişkilerinin egoda içselleştirme ve işleme biçimi çocukluk ve gençlik çağı boyunca bir gelişme sürecinden geçmektedir. Bu gelişme temel olarak 3 aşamada gerçekleşir. İçe atım (introjeksiyon), özdeşim (identifikasyon) ve ego kimliği (ego identity). Bu yaklaşıma göre ego kimliği terimi, nesne ilişkilerini içselleştirmenin en gelişmiş ve en üst düzeyini anlatır. Dolayısıyla ego kimliği, yeni bir ruhsal yapının ortaya çıkması anlamına değil, başta öz ve öz ülküsü gelmek üzere, varolan ruhsal yapıların gerçek anlamda örgütlü, tutarlı ve sınırları belirgin bir nitelik kazanmaları anlamına gelir.
Oral dönemin egemen nesne ilişkileri biçimi içeatımdır. Anal dönem içe atımdan özdeşime geçiş evresi olarak görülebilir. Ödipal dönem ve latent dönemin egemen nesne ilişkileri biçimi özdeşimdir. Ergenlik döneminde özdeşim düzeyinden ego kimliği düzeyine geçişin sancıları yaşanır. Egonun tam anlamıyla ego kimliği düzeyinde işlev görmesi, ancak gençlik çağının sonunda yani erişkinliğin başlangıcında söz konusu olabilir. Normal gelişim çizgisinde durum budur. Ancak kimi durumlarda erken nesne ilişkileri düzeylerine saplanılabileceği ya da gerilenebileceği unutulmamalıdır.
Bir psikanalist olarak Erikson’un ve onu izleyen Kernberg’in ilgilerinin özellikle bilinçdışı süreçler üzerinde odaklaşması doğaldır. Bununla birlikte Erikson, bilinç düzeyindeki süreçlerin incelenmesinin de önemli olduğunu düşünmüş ve bu alanı görmezden gelmenin klasik psikanalizin bir eksikliği olduğunu vurgulamıştır. (Daha da önemlisi, Piaget’nin bilişsel gelişim kuramına büyük değer vermiş, kendi gelişim kuramının Piaget tarafından takdirle karşılanmasını önemsemiş, iki ayrı kuramda öngörülen gelişim evreleri arasındaki paralelliklerin incelenmesinin yararına değinmiştir. Bunlar insanın ruhsal gelişimini aydınlatmak açısından çok yönlü ve bütünleştirici bir yaklaşımın gerekliliğine Erikson’un duyduğu inancı göstermektedir.)
Öyleyse kimlik oluşumunun temelinde, ruhsal yapıların bilinçdışında olduğu kadar bilinç alanında kalan bölümlerinin de oturmuş bir nitelik kazanmasının yattığını kabul etmek gerekir. Eğer bilinçdışı bölümlerin oturması ve örgütlenmesi ego süreçlerinin ürünü ise, bilinç alanında kalan bölümlerin örgütlenmesi de bilişsel süreçlerin ürünüdür. Yani nesne ilişkilerinin en üst düzeyine ilerleme, ego süreçleri ile bilişsel süreçlerin karşılıklı etkileşimi ve uyumu sonucunda gündeme gelmektedir.
Kimlik duygusunun temel bileşenleri şöyle sıralanabilir:
1. Özün zaman içerisinde aynılık ve sürekliliği yaşantısı
2. Özün değişik roller içindeki aynılık ve sürekliliği yaşantısı
3. Özün başkalarının gözünde aynılık ve sürekliliği yaşantısı
4. Yaşam ülküsünün öze uygunluk ve sürekliliği yaşantısı
Kimlik duygusunun bileşenlerinden ilk üçü, bir ruhsal yapı olarak özün üst düzeyde örgütlenmişliği ve kaynaşmışlığının yaşantısal düzeydeki karşılığı olarak görülebilir. Çünkü birbirinden çok farklı ve yer yer çelişen öz imgelerinin bir bütünün farklı renklerini ya da bir yapının farklı yönlerini oluşturacak biçimde örgütlenmesi gerçekleşmedikçe özün aynılık ve sürekliliği duyumsanamaz. Bu da, öz imgelerin bilinçdışında öz tasarımı(self-reprezentasyon) içinde, bilinçde de öz kavramı(self concept) içinde kaynaştırılması süreçlerinin birbirine koşut ve bütünleyici biçimde gerçekleşmesini gerektirir.
Dördüncü bileşen olan yaşam ülküsünün öze uygunluk ve sürekliliği yaşantısı, kişinin kendi yolunu bulmuş olduğunu ve o yolda yürüyor olduğunu duyumsaması demektir. Böylesi bir yaşantı ancak öz ülküsü içindeki özdeşimlerin seçici biçimde harmanlanması ve bir bakıma özümsenmesi sonucu gündeme gelebilir. Öyleyse dördüncü bileşen, bir ruhsal yapı olarak öz ülküsünün örgütlü ve tutarlı bir nitelik kazanmasının yaşantısl düzeydeki yansımasıdır. Gençlerde bazen kendi yolunda yürüyor olma yaşantısı aldatıcı ve neredeyse sahte biçimlerde söz konusu olabilir. Bu yaşantının gerçekten oturmuş olduğunun söylenebilmesi için, gencin hayalci değil gerçekçi bir yaşam çizgisi belirlemiş olması, sadece sözünü etmekle kalmayıp bu çizgiye gerçekten yönelmiş olması, seçmiş göründüğü çizgiyi tam anlamıyla benimsemiş olması ve bireysel varoluş tarzının kendi çevresinde ve giderek toplumda tanınma sağladığını duyumsaması gerekir.
Tüm bunlarla kimlik oluşumu sürecinin iki temel yüzü olduğunu söyleyebiliriz. Birinci yüz özün ikinci yüz ise öz ülküsünün örgütlü ve kaynaşmış birer ruhsal yapı niteliği kazanmalarıyla ilgilidir. Özün ruhsal yapı olarak belirmesi çok erken yaşlarda ayrılma-bireyleşme süreciyle birlikte başlar. Gençlik çağında yavaş yavaş gündeme gelecek olan özün aynılığı ve sürekliliği duygusu aslında çok küçük yaşlarda kazanılmış olan öz duygusunun daha karmaşık ve olgun biçimi olarak görülebilir. Öte yandan, kimlik oluşum sürecinin ikinci yüzü, yani öz ülküsünün bir ruhsal yapı olarak nitelendirilebilecek biçimde ortaya çıkması için aynı şeyler söylenemez. Kuşkusuz öz ülküsünün yapı taşları olan özdeşimler, yani az ya da çok ülküleştirilmiş rol imgeleri, bir yaşından başlayarak çocuğun zihninde birikirler. Bu yapı taşlarının bir ruhsal yapı oluşturacak biçimde uygunluk gözetilerek eklenmesi süreci ancak gençlik çağında söz konusu olabilir. Bu süreci başlatan şey gençlerin yaşama atılma sırasının kendilerine geldiğini hissetmeleridir. Her genç yaşama atılmaya kendini hazır hissedebilmek için şu ödevin üstesinden gemek zorundadır: Kendine uygun ve süreklilik gösteren bir yaşam ülküsü belirleme ve benimseme. İşte bu noktada özdeşimlerin yararlılığı biter, çünkü çocukluk özdeşimlerinin kabaca birbirine eklenmesi böyle bir ödevin başarılması için yeterli değildir. Böylece özdeşimlerin seçici biçimde reddedilmeleri ve karşılıklı olarak bağdaştırılıp özümlenmeleri süreci, yani kimlik oluşumu başlar. Çocuklarda süreklilik gösteren bir yaşam ülküsünden söz edilemeyeceğine göre gerçek anlamda kimlik duygusunun varlığından da söz edilemez.
Gençlik çağında bütünlük duygusundaki sarsıntının iki yönü vardır. Özdeki dağınıklık ve öz ülküsündeki dağınıklık. Özdeki dağınıklığın nedeni bu çağda belirginleşen bölme düzeneği nedeniyle öz imgelerinin iyi ve kötü şeklinde bölünmesidir. Bilinçdışında işleyen bölme düzeneğini tamamlayıcı biçimde, bilişsel düzeyde işleyen aşırı genelleme eğilimi de öz imgelerinin karşıt kümelere bölünmesine yol açar. Yine aynı eğilimler nedeniyle gençler farklı ilişkilerde farklı rollerde olmayı kabullenemezler. Bu farklı rollerden çıkardıkları öz imgelerinin tutasızlık göstermesi anlamına gelir. Sonuçta ergenlik çağında bir yandan bölme düzeneği , bir yandan da soyut işlemlere henüz egemen olamamanın yol açtığı aşırı genelleme eğilimi özün yapı taşları olan öz imgelerinin tutarsızlık ve dağınıklık gösteren bir nitelik kazanmasına yol açar. Zaman içerisinde soyutlama yetisine egemen olundukça bilişsel süreçler, bölme düzeneği etkinliğini yitirdikçe ego süreçleri, öz imgelerini birbiriyle yeniden bağdaştıracak biçimde işlemeye başlar ve giderek özün dağınıklığı ortadan kalkar.
Bütünlük bunalımının diğer yönünü oluşturan öz ülküsündeki dağınıklık ise, tutarsızlık ve yer yer çatışma içindeki özdeşimlerden kaynaklanır. Özdeşimler yani az çok imgeleştirilmiş rol imgeleri öz ülküsünün yapıtaşları olduğuna göre, bunların bağdaşmaz nitelikte olması öz ülküsünün dağınıklığını getirir. Bu da kişinin içsel bir kılavuzdan yoksun olması demektir. Çocuklukta sorun oluşturmayan bu durum, gençlik çağında giderek sorun oluşturmaya başlar.Çünkü gençlik çağı çocukluktan erişkinliğe geçiş çağıdır ve her genç bir erişkin olarak yaşama atılmadan önce nasıl bir yaşam sürmek istediğini en azından temel hatlarıyla belirlemiş olmak zorundadır. Bu ise, özdeşimlerin seçici biçimde harmanlanmasını, yani bir bölümünün dışlanması kalanların ise ego ülküsü içinde özümsenmesini gerektirir. Ancak bu yolla ego ülküsü tutarlı ve örgütlü bir ruhsal yapı niteliği kazanır ve genç ne yönde yoluna devam etmek istediğini bilir bir duruma gelebilir. Bu da zaten, özdeşim düzeyinden kimlik düzeyine ilerlenmesi, kimlik duygusunun oturması ve bütünlük duygusunun yeniden kurulması anlamına gelir.
Biopsikososyal model çerçevesinde kimlik oluşumunun en önemli ögelerinden birinin de sosyal-toplumsal yapı olduğunu hatırlayalım. Bugünkü toplumsal yapı borderline ögeler içerir. Aynılık,süreklilik duygusunu korumak neredeyse olası değildir. Oysa ki preödipal dönemde nasıl aynılığı, sürekliliği koruyan bir nesneye gereksinim varsa ergenlikte de durum aynıdır. Sürekli değişen, tutarsız, adaletsiz bir toplumsal yapı içinde bütünleşmeyi sağlamak oldukça zordur. Eğitim sisteminin sürekli değiştiği, üniversite mezunu işsiz oranının oldukça yüksek olduğu, katı-yargılayıcı-cezalandırıcı bir sistemin egemen olduğu toplumsal yapıda gençlerin kimlik duygusunun sağlıklı gelişiminin önünde engeller vardır. Bu yapı içinde ergenin sağlıklı özdeşim modelleri bulmasının güçlüğü yanısıra modeller arasında bir bütünleştirme yapması da oldukça güç kanımca. Oysa ki toplumsal barış açısından da bütünlüğü sağlanmış, kapsayıcı, ötekileştirmeyen bir kimlik duygusunun gelişimi büyük önem taşır.
Erikson’un aşamalı oluşum ilkesine göre gençlik çağına karşılık gelen dönemde kimlik duygusu ve kimlik bocalaması arasında bir çatışma yaşanır. Kimlik duygusu kişiliğin oturması ve yeni sağlıklı güçler edinmesi anlamına gelir. Kimlik bocalaması da kişilikteki o zamana dek gizil kalabilmiş olumsuz ögelerin ya da zayıflıkların alevlenmesidir.
Bocalama içindeki gençlerin kendine zarar verecek şekilde olumsuz bir role saplanması ile de ters kimlik gelişebilir. Bu rol genellikle hem gencin kendisinden beklediğinin hem de çevresinin ondan beklediğinin tam tersi bir roldur. Bu nedenle bir bakıma gencin öz ülküsünün ve giderek kimliğinin ters yüz edilmesi olarak görülebilir. Toplumda horlanan ve yadsınan kimi toplulukların bocalama içindeki gençler için bir çekim alanı oluşturmasının kökeninde onlara kolay ulaşılır ters kimlik seçenekleri sunmaları yatar. Her türden çeteler, radikal örgütler, tarikatlar, uyuşturucu bağımlıları grupları gibi.
Daha bireysel nitelikteki ters kimlik arayışlarında ise ruh hastası rolünü yani hasta kimliğini benimsemek sıktır.
Ergen, kendine zarar verici bir role saplanarak hem kendini hem de aşırı hırslı ve/veya eleştirel ebeveynleri cezalandırır, kendini olumlu yönde kanıtlama yükümlülüğünden de kurtulur.
Bütünleşmiş, kapsayıcı ve ötekileştirmeyen bir gençlik umudu aynı zamanda da barış umududur. Umudumuzun tükenmemesi dileklerimle…