Dr.Nur Engindeniz
Dr.Zeki Yüncü
Giriş:
Madde bağımlılığı bu maddeyi beden ve ruh sağlığını; aile sosyal ve iş uyumunu bozacak derecede fazla ve tekrarlayıcı bir biçimde içme, bunları alma isteğini kontrol edememe ve durduramama ile belirli bir bozukluk olarak tanımlanmaktadır. Maddeyi ilk deneme aşamasında çevresel şartlar sorumlu tutulurken, maddeyi yeniden kullanmada biyolojik yatkınlığın sorumlu olduğu ileri sürülmektedir. Madde kullanım bozukluklarının kalıtımsal bir yanı olduğu düşünülmekle beraber yapılan çalışmalarda çevresel ve sosyal şartlarla psikodinamik etkenlerin de etkili olduğu vurgulanmaktadır.
Madde kullanım bozukluğu üzerine yapılan çalışmalar ve yazılan makalelerde nikotin bağımlılığı konusuna çok az değinilmiştir. Bu alandaki çalışmalar daha çok alkol ve diğer maddeler üzerinedir. Son yıllara kadar tütün tüketiminin sosyal açıdan kabul gören bir yanı olmasında bunun payı çoktur. 1970’li yıllardaki bilimsel çalışma ortamlarında hatta bebeklerle yapılan çalışmalarda bile gerek çalışmacıların gerekse ebeveynlerin ellerinde sigara olan görüntüleri hatırlanacak olursa konunun önemi daha iyi anlaşılır. Ancak son yıllarda sigara ve diğer tütün ürünlerinin kullanımı sosyal açıdan da kabul görmemekte ve bu bağımlılıkla mücadele için etkin tedavi yöntemleri geliştirilmeye çalışılmaktadır (1)
Sosyalleşme süreci ve Bağımlılık
Bağımlılığının oluşmasında toplumsal süreçler önemlidir. Bu süreci aydınlatmada, çevrenin etkisi ve sosyal etki üzerinde durulması gerekir. Bireyin madde kullanımını toplumun diğer üyeleri de şekillendirir. Maddeyi deneme aşamasında kullananlar bu sırada yakınındaki kişileri taklit etmeye, özendiği bir modeli örnek almaya ve toplumda kabul gören bir davranışı uygulamaya çalışır. Böylece toplumda kendine bir yer edinmeye çalışır. Bağımlılık sürecinde sosyalleşme problemli-davranış ve sapkınlık-olağan dışılık teorisi, sosyal öğrenme teorisi, sapkın davranışların öncülü kendine zarar verme teorisi, sosyalizasyon çerçevesi teorisi ile açıklanmıştır. Sosyal öğrenme teorisine göre diğerleri ergene 2 yolla etki etmektedir. Birinci yol taklittir. Bu sırada ergen kendine model olarak aldığı kişinin tutum ve davranışlarını taklit eder. Diğer insanların davranış ve tutumlarını gözlemler ya da taklit eder. İkinci yol ise sosyal destek sürecidir. Bu süreçte ergen diğerlerinin davranış ve değer yargılarını içselleştirir. Çocuk ve ebeveyn arasındaki ilişkinin kalitesi çocuğun ebeveynlerin onaylamadığı tutum ve davranışlarda bulunmasına engel olur (2).
Çocukların sosyalizasyonunun da ailenin temel ve küçümsenmemesi gereken bir işlevi olduğu, kişiliğin doğmadığı ama oluşturulduğu sosyalizasyon sürecinin kültürel sistemin içselleştirilmesi olduğu ve başarıya yönelmiş toplum içinde çocuğun gerekli rolleri başarmasının sağladığı varsayılır. Bu modelde aile sosyalizasyonu; biyolojik ve psikolojik bireysel faktörlerle, sosyodemografik ve yapısal faktörleri içeren daha geniş kültür arasında bir bağ gibi görünmektedir. Genç birey tüm sosyal davranışları sosyalizasyon süreci içinde öğrenir. İçme davranışı da bu sosyal kalıp içinde bireye aktarılmış olur. Burada genç için anne, baba, kardeşler ve yaşıtlarıyla olan karşılıklı ilişkiler önemlidir. Ancak ergeni en çok etkileyen ilişkinin anne-baba-çocuk ilişkisi olduğu bilinmektedir (3).
Aile ve Bağımlılık
Ailenin çocuğun gelişiminde takındığı rol hem çocuklukta gözlenen davranım bozukluklarının gelişiminde hem de bu bozukluğun çözümünde önemli bir rol oynar. Ailenin geçmiş sosyal yaşamında meydana gelen değişimler çocuklarda da değişimlere neden olacaktır. Genel olarak çocuklardaki madde kullanımının gelişimi ebeveynlerinin madde kullanımının gelişimine benzer (4).
Aile sistemleri görüşüne göre ergendeki madde kullanımı davranışı diğer aile sorunlarının bir belirtisi olabilir. Aile içi kuralların bozulması aile işlevselliğini etkileyerek özellikle alkolik ebeveynlerin çocuklarında alkol sorunlarının gelişmesine neden olmaktadır. Eğer ebeveynlerden biri herhangi bir nedenle alkol ya da madde kullanıyorsa ergende alkol ya da madde kullanımı daha sık ortaya çıkmaktadır (5). Ebeveyn kontrol ve disiplin yöntemlerinin gevşek, tutarsız ya da sert olduğunda, ebeveynlerde psikiyatrik hastalık varlığında ergenler arasında alkol ve madde kullanım oranlarında artış olduğu saptanmıştır (6).
Ebeveynleri tarafından yakın ilgi, şefkat ve sıcaklık görmeyen ailelerde ergenlerin alkol ve madde kullanım riskine daha açık olduğu saptanmıştır. Madde bağımlısı ergen, babalarını annelerine göre daha az kabul edici olarak algılamaktadır. Bir ebeveynin çocuğunu ihmal etmesi, ihtiyaçlarına kayıtsız kalması, maddi ve manevi gereksinimlerini karşılayamaması anlamına gelmektedir. Özellikle psikolojik açıdan ulaşılmazlık ergen için oldukça incitici olabilir. Özellikle erkek çocuklar için özdeşim modeli olması beklenen babaların ihmali ergenin evin dışında özdeşim nesneleri aramasına ve riskli akran grupları içerisinden farklı özdeşim modelleri benimsemesine yol açacaktır. MKB’da babanın reddedici tutumunun anneninkine göre daha örseleyici ve daha ciddi risk etkeni olduğunu söylemektedir. Madde kullanan ergenler annelerini daha saldırgan algılamakta ve anneleri tarafından daha az sevildiklerine inanmaktadırlar. Alkol ve madde kullanım riski olan çocuk ve ergenler sıklıkla sağlıksız bir iletişim ortamına ve yeterliliği düşük ebeveynlere sahip olup, daha çok azar işitmekte, fiziksel ya da sözel şiddete daha fazla maruz kalmaktadırlar. Bu durumdaki bir çocuğun ya da ergenin kendisini annesi tarafından daha az sevilmiş algılaması sürpriz sayılmamaktadır (7).
Akran Grubu ve Bağımlılık
Ergenlik döneminde akran kümesi ya da arkadaşın önemi giderek artar, ebeveynlerin yerini almaya başlar. Ergenler, ebeveynlerinden ayrımlaşma, cinsel dürtü olgunlaşmasının neden olduğu değişim süreçlerini yürütme, yeni benlik yetileri ve değerler geliştirmeleri için akran kümesine gereksinim duyarlar. Akran kümesinin içsel gerginliğin azaltıcı, gelişim süreçlerini kolaylaştırıcı, destekleyici çok yönlü işlevleri ergenler için çok önemlidir. Akran kümesinde yer alan üyeler kendi eksikliklerine, kararsızlıklarına hoşgörülüdürler. Bu durum ergenlerin akran kümesi içindeyken beğenmedikleri davranışları dışsallaştırmalarına ya da onları ebeveynlerine yansıtmalarına beğendiklerini ise içselleştirmelerine neden olmaktadır. Akran kümesinde davranışları belirleyici ortak bir yönetmeliğin güveni artırdığı, karşılıklı bağımlılığı kolaylaştırıcı işlevi vardır. Ergenler ortak ülküde, birleşir. Bu birleşme grubun çekiciliğini artırır. Çok sayıda araştırmada benzer davranış özellikleri gösteren çocukların aynı grupta yer aldığını bildirmektedir. Bunlar arasında sigara ya da alkol içen ergenlerin yine benzer davranış gösteren ergenlerle aynı grupta yer aldıkları ve arkadaşlık ettikleri bildirilmiştir (8). Madde kullanan bir yaşıt ile geçirilen zamanın gencin alkol ve madde kullanımı ile güçlü bir ilişkisi olduğu bildirilmiştir. Akranların madde kullanması, sosyal ortamı madde kullanımına elverişli hale getirmektedir. Özellikle epidemik bir sürecin varlığında aynı yaştaki gençlerin madde kullanım sıklığı artmaktadır.
Ergenlerin sigara içme alışkanlığı içmeyerek kazanacakları zayıflık etiketinden ya da ona sunacağı sosyallik eksikliğinden kaçınmak için sürdürürler. Grup içindeki incinebilir özelliği olan ergenler baskın üyelerin etkisi altında kalarak olumsuz davranışlar sergileyebilirler. Akran grupları yaşam tarzı içme davranışı gibi konularda etkili olurlarken aileler çocuk üzerine özellikle iş ve eğitim konularında rol gösterici olurlar (9).
Psikanalitik kuramlar
Freud hayatının son döneminde yaşamış olduğu hastalıktan dolayı uyuşturucu madde kullanmaktaydı. O dönemde yaşadığı ortamda moda olan ve yine o dönemde tababette de rahatlıkla kullanılan kokaini tanrının bir lütfu tanımı kullanmıştı. Bu maddenin bağımlılık yapıcı etkisi o dönemde bilinememekteydi. Hiç kuşku yok ki kokainin bağımlılık yapıcı etkisini bilseydi aynı tanımlamayı yapmazdı. Freud’ün bağımlılıkla ilgili düşünceleri ise daha önceki dönemlerine dayanmaktadır. 1897 yılında bir mektubunda mastürbasyonu birincil bağımlılık olarak tanımlamıştır. Freud’a göre mastürbasyon hem çekici gelmekte, hem de suçluluk duygusu yaratmaktadır Sıklıkla ebeveynler tarafından yasaklanır çocuklar bu yasağı içselleştirir. Dürtüsel doyum isteği ve içselleştirilmiş yasak arasında bir savaş sürer gider (10).
Freud’a göre bağımlılık, yasaklanmış istek (mastürbasyon) nedeniyle kendini cezalandırma amacına hizmet eder. Freud, süperego direncinin bir başka deyişle cezalandırılma isteği ve hastanın iyi olmayı hak etmediği duygusunun aşılması en zor olan direnç olduğunu belirtir. Bu direnç, alkol kötüye kullanımı için doğrudur. İçen kişi sıklıkla alkol içtiği için kendisini cezalandırmak üzere içmeyi sürdürür. Glover’de alkolizmde ki agresyonun varlığına vurgu yapar. Bu öfkenin kaynağının oral öfke ve anal sadizm olduğunu ifade eder. Alkolizm, öfkeyi ifade etmekte primitif, yetersiz ve kendini cezalandırıcı bir yoldur. Freud ise yenilenen madde kullanımın ilk bağımlılıktan sonra gelişen alkol ve madde bağımlılığının mastürbasyonu çözme başarısızlığı nedeniyle oluşan kendilik değeri kaybının üstesinden gelme girişimleri olduğunu ifade etmektedir. Yineleme kompülsiyonu teorisi de alkolizmi açıklamakta önemlidir. Kişi, alkol kullanımını kontrol edebileceğin ispat etmek için alkolü tekrar tekrar kullanır. Bu kısır döngünün kırılabilmesi için kişinin kendine yönelttiği agresyonun uygun bir şekilde dışsallaştırılması gerekir. Aynı şeyleri sigara için de söylemek mümkündür. Bedene farklı zararlı etkileri olsa da sigara da alkol gibi insanın kendine zarar vermesinin bir aracıdır (10).
Kimlik
Kişilik, kişinin kendine göre aynılığı öz yapısına uygun kendi özgüllükleri insana yakışacak tutum alışkanlık ve davranış biçimlerinin tümüdür. Deyim konuşma dilinde olumlu özelliklerle yüklüdür. Kişilikli biri deyimi birey için güvenilirlik değer saygınlık ve deneyimlilik gibi olumlu sıfatları akla getirir. Psikoterapi kuramlarında kişilik yapısı sınırları olan bir ruhsal bütün bir ruhsal biçim anlamına gelir. Özgül bir benlik ve üstbenlik özgül çatışmalar ve özgül savunmalar uyumlu bir ruhsal bütünü yani kişilik yapısını oluşturur. Erikson da, kimliği bireyin zaman içinde ve bir durumdan diğerine kendiliğin sürekli ve aynı kaldığına dair öznel duygusu olarak tanımlamıştır. Erikson’a göre kimlik bireyin biyolojik özellikleri psikolojik gereksinimleri ilgileri ve savunmaları ile içinde yaşanılan kültürün araçları tarafından birlikte şekillendirilmektedir (11). Bireyin cinsiyeti, fiziksel görünümü, fiziksel ve bilişsel kapasitesi ve bunlarla ilgili kendiliği biyolojik yönüdür: bireyin özgün ilgileri, gereksinimleri, savunmaları duyguları gibi bireye ben duygusunu veren her şey psikolojik özellikler olarak kabul edilmektedir. Sağlam ve tutarlı bir kimlik, yalnızca yeterli bir özsevinin varlığında oluşabilmektedir. Kimlik, erken dönemdeki anne ve bebek arasındaki etkileşime bağlı şekillenen erken özdeşimlerle desteklenip yapılandırılır. Sentez ve bütünleme işlevleri benliğin örgütlenme yetisinin tamamlayıcılarıdır. Nesne ilişkilerinin egoda içselleştirme ve işleme biçimi çocukluk ve gençlik çağı boyunca bir gelişme sürecinden geçmektedir. Bu gelişme temel olarak 3 aşamada gerçekleşir. İçe atım (introjeksiyon), özdeşim (identifikasyon) ve ego kimliği. Bu yaklaşıma göre ego kimliği terimi nesne ilişkilerini içselleştirmenin en gelişmiş ve en üst düzeyini anlatır (12).
Ergenlik döneminde kişi özdeşimlerini yeniden organize eder, sentezler ve dönüştürür. Kendilik tasarımlarının bütünleşmesiyle kimlik duygusu şekillenir. Bu yeni kimlik, eski özdeşimlerin toplamından farklıdır. Gencin karşılaştığı toplumsal rollerle ilgili fırsatlar onun farklı roller denemesine ve farklı yetenekler geliştirmesine yol açar. Aksi yönde bir gelişim kimlik karmaşası ile sonuçlanabilir. Sürecin sağlıklı işlemediği durumlarda kimlik karmaşası giderek gücünü ve önemini yitirmek yerine giderek kimlik duygusunun önüne geçmeye yüz tutar. Genç kimlik oluşturma amacıyla uygun rollerle bir kimlik arayışına girmek yerine çeşitli rol denemelerinden vazgeçer ya da suça yönelebilir ya da kendini bir bütün olarak tutabilmek için kalabalıkla ya da bir liderle aşırı özdeşleşme yoluna gidebilir. Bu sırada ergen toplumsal açıdan kabul edilmeyen rollere soyunarak ters kimlik geliştirebilir. Bunun sonucunda da sıra dışı gruplara katılabilirler (13).
Kim olduğunu belirlemeye çalışan ergen çeşitli roller denemektedir. Bu belirsizlik eşlik eden tüm değişikliklerle birlikte bir gerginlik yaratır. Ve genç yalnızca kim olduğunu değil, kim olarak yaşayacağını da belirlemek zorundadır. Bu sırada çevreden geçer not almaksa ergeni bir miktar rahatlatır. Ergenlik dönemi boyunca yüksüzleştirme için çalışılır. Kimlik duygusunun oturmuşluğunun ölçütleri şunlardır: Gerçekçi bir yaşam çizgisi. Bu çizgiye yönelmiş olma ve bu çizgiyi benimsemiş olma. Ve seçilen bu çizginin ergenin içinde bulunduğu çevrede tanınması (14). Bu dönemde toplumsal tanınmanın can alıcı önemi vardır. Kimlik gelişimi döneminde ergenlerin kabul görmek için madde kullanımına başlamaları sık görülür (9). Akran grubunda varolabilmek, onlardan biri olmak, dışlanmamak düşüncesiyle başlanan madde nikotin gibi aynı zamanda güçlü biyolojik bağımlılık yapan bir madde olunca da bağımlılık gelişmesi kaçınılmaz olur.
Ergenlik döneminde sigara kullanımı aynı zamanda fallik bir simge olarak da önem taşımaktadır. Adeta “erk”in, büyümenin bir ispatı olarak da görülmektedir. Değişen sosyal yaşam erkekler kadar kadınların da “erk” gösterme gereksinimini açığa çıkarmıştır. Geçmişte birçok kültürde kadınların sigara içmesi ayıp karşılanırken artık kadın ve erkek arasındaki ayırım gittikçe kapanmaktadır.
Ayrılma Bireyleşme
Ergenlik, tüm çocukluk yaşantılarının yeniden gözlendiği, çocuklukta oluşan yaralanmaların onarıldığı bir dönemdir (15). Bu dönemde ergen anne ve babasından bağımsızlaşarak özerklik kazanmaya başlar. Ergen, kişisel becerilerini geliştirme fırsatı yakalar bunun yanı sıra erişkin rol ve yükümlülüklerini yürütebilmek için gerekli sorumlulukları alma becerisini geliştirir (16,17).
Margaret Mahler ilk üç yaşta nesne sürekliliğinin oluşmasını ayrılma bireyleşme süreci olarak tanımlamıştır (18). Ergenlik dönemi ikinci bireyselleşme sürecinin yaşandığı bir dönemdir. Kişi yetişkin dünyasının bir bireyi olabilmek için içselleştirilmiş ebeveyn figüründen ayrımlaşmalı, aile dışında sevgi ve nefret nesneleri bulmalıdır. Bu dönemde ergen, aileden ayrılarak akran grubuna ya da kendinden genç ya da yaşlılara yönelir. Bu ergenin bağımsızlık çabasından öte yeni bir dayanışma arayışıdır. Her iki bireyselleşme döneminde de kişilik organizasyonunda incinebilirlik ve psişik kurguda değişim kaçınılmazdır (16).
Geleneksel ve kültürel formların bozulduğu günümüzde bireyselleşmenin sayısız yararı aynı zamanda da tehlikesi olduğu bildirilmektedir. Bireyselleşmenin sağlayacağı özgürlükten tümüyle yararlanabilmek için bireyin psikososyal işlevselliğinin çok yüksek olması ve özellikle kolektif desteğin eksik olduğu durumlarda bireyin kendiyle ve toplumla ilgilenebilmesi için kapasitesini geliştirmiş olması gerekir. Ayrılma bireyleşme sürecinin sağlıklı bir şekilde tamamlanamaması MKB’na neden olabilir (19). Madde kullanmak ergen için bağımsızlık ve özerklik anlamına gelmektedir. Bu durumdaki gençler kendisini madde dünyasında daha rahat ifade etmeye başlar. Madde kullanımı ile sıkıntının yerini rahatlık ve neşe alır. Yetersizlik duygusu, kaygı ve çekingenlik ortadan kalkar. Kabul edilmeyen ya da uyum yapmakta zorluk çekilen gerçek yaşama ait sorunlardan uzaklaşılır.
Ayrılma-bireyleşme sürecinde aksaklık olan ergenlerde çözülmemiş örselenme, suç eğilimi ve madde kötüye kullanımı öyküsü daha sıktır. MKB olan ergenler sağlıklı ayrılma yapamadıkları belirlenmiştir. MKB olan ergenlere “Adolesan Ayrılma Bireyleşme Testinin” olumsuz kabul edilen pratik yapma aynalama, yutulma anksiyetesi, ihtiyacı inkâr ve reddedilme beklentisi alt ölçeklerden yüksek puan almışlardır. MKB olan ergenlerde yutulma anksiyetesinin yüksek olması yakın ilişkilerden korkan ve bu ilişkileri kendi bağımsızlık ve kendilik duygularına tehdit olarak görme eğiliminde oldukları şeklinde yorumlanabilir. MKB olan reddedilme beklentisi düzeylerinin yüksek olması yakın akran bağları kuramadıkları, kişilerarası ilişkilerinde mesafeli ve güvensiz oldukları görüşünü desteklemektedir. MKB olan ergenler arasında diğerlerine ihtiyaç duyanlar arkadaşa yapışma özelliği gösterdikleri belirlenmiştir. Madde kullanan ergenler bağımlılık gereksinimlerini inkâr ederek ikinci ayrılma–bireyleşme sürecinde yeniden deneyimledikleri ayrılma anksiyetesine karşı savunma gösterdikleri belirlenmiştir (7).
Sonuç
Klasik psikanalitik kuramların yanı sıra ergen madde kullanımı nedenleri arasında çevresel faktörlerden psikolojik yapıyı değerlendirmek gerekir. Aile ve toplum yapısındaki kökten değişiklikler, hızını ve şiddetini giderek arttıran liberal ve kapitalist toplum ve bunlara eşlik eden yüksek kişisel performans ve refah düzeyi beklentisi, gençleri zorlamakta, başka başka özdeşim nesneleri bulmalarına, pek çoğunun madde ile flörtüne neden olmaktadır.
Son otuz yılda ailelerin evlilik modellerinde de değişiklikler olmuştur. İş hayatının aile hayatına üstünlüğü, otoriteyle artan çatışmalar, kadınların özgürleşmesi, artan boşanmalar ve yeni anne ve babaların varlığı, medyanın ailenin günlük hayatında giderek daha fazla etki göstermesi, ailedeki çocuk sayısında azalma ve çocuğun aile içinde giderek en değerli çocuk haline gelmesi bu değişimlerdendir. Modern aile ve iş hayatındaki değişimlere süperego ve ego idealleri değişimleri de eşlik etmektedir. Çocukların mutlulukları da değişmektedir. Çocuğun eğitiminde en önemli rol çocuğun mutluluğu üzerine kurulmaktadır ki bu durum haz ilkesini öne çıkartırken gerçeklik ilkesinin geriye atılmasına neden olmaktadır. Haz ilkesinin ön plana çıktığı noktada da bağımlılıklar kaçınılmazdır.
Kaynakça
1. Jahoda G, Cramond J (1972) Children and alcohol. London
2. Akers R L; Krohn N D, Lanza Kaduce L, Radosevich L (1979) Social learning and deviant behavior: a spesific test of a general theory. Am Social Rev; 44: 636–655.
3. Vrasti R, Eisemann M (1994) Perceived Parental Rearing Behaviour in Alcoholics. Perris C, Arrindell WA, Eisemann M, editors. Parenting and Psychopathology. Chicester, England: John Wiley & Sons, 201-218.
4. Campo AT, Rohner RP (1992) Relation between perceived parental acceptance-rejection, Psychological adjustement and substance abuse among young adults. Child Abuse & Neglect; 16: 429–440.
5. Jahoda G, Davies J.B, Tagg S (1980) Parent’s alcohol consumption and children’s knowledge of drinks and usage patterns, Br. J. Addict;. 75: 297–303.
6. Deborah R. Simkin Simkin Adolescent substance abuse. Kaplan &Sadock Textbook of Psychiatry 2005 8. basım Yüncü Z (bölüm çevirisi). Ergenlerde Madde Kullanımı
7. Yüncü Z (2009) Psikodinamik açıdan alkol bağımlılığı. Alkol ve Trafik Coşkunol h (Editör). Madde Bağımlılığı toksikoloji ve ilaç bilimleri enstitüsü yayın no:1 Ege Üniversitesi Basımevi İzmir. 171-187.
8. Odağ C (2005) Ergenler: Bizi örnek alanlar örnek aldıklarımız. İzmir: Meta Basım Matbaacılık, 69–79.
9. Davies J B (1983) Children’s and adolescent’s attitudes towards alcohol and alcohol dependence. Child Healt; 2: 42–53.
10. Yüncü Z, Gürçay E. Kabasakal ZT, Özbaran B, Tamar M, Aydın C (2009) Madde Kullanım bozukluğu olan ergenlerde ayrılma bireyleşme süreci. Yeni Sempozyum Dergisi; 47(4):225-234.
11. Erikson EH, Erikson JM (1997) The life cycle completed: Extended Version. New York, Norton
12. Dereboy F (1997) Genç hastalar ve kimlik bocalaması. Ege Psikiyatri Sürekli Yayınları; 2(3): 325–346.
13. Öztürk O (1998) Psikanaliz ve Psikoterapi. Bilimsel TıpYayınevi 3.Baskı, Ankara, 137.
14. Waterman AS (1982) İdentity development from adolescent to adulthood.: An extension of theory and a review of research. Developmental Psychology; 18:341-358.
15. Gallatin J (1995) Adams JF(editor). Ergenlik Kuramları Ergenliği Anlamak. Onur B, çeviren. 1. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi
16. Blos P (1967) The second individuation process of adolescence. The Psychoanalytic Study of the Child; 22: 162-186.
17. Steinberg L, Silverberg S (1986 ) The vicissitudes of autonomy in adolescence. Child Development; 57: 841-851.
18. Vahip I (1993) Ayrılma Bireyleşme Kuramı, Türk Psikiyatri Dergisi; 4: 60-66.
19. Fernandez L, Stzulman H (1999) Dependence disorders in psychopathology. Encephale; 25: 233-243.